Ayyaş Bin Ebi Rebîa radıyallahu anh, Mekke’de İslam güneşinin doğduğu ilk yıllarda Dâru’l-Erkam’dan önce İslam’la şereflenen bir sahâbi!.. Habeşistan’a hicret eden ikinci grubun içinde yer alan bir muhacir!.. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in Himyer kralına gönderdiği bir elçi!.. Hazret-i Ömer radıyallahu anh’ın Medine’ye hicrette yol arkadaşı!..Ayyaş Bin Ebi Rebîa, Kureyş’in Mahzumi koluna mensubtur. Mekke’de doğup büyüdü. O, İslâm’ın çile dolu ilk yıllarını yaşadı. Eziyetlere ve ambargolara karşı direndi. Müşriklerden ağır işkenceler gördüğü için hanımı ile Habeşistan’a ikinci grup içerisinde hicret etmek zorunda kaldı. Oğlu Abdullah orada doğdu. Habeşistan’dan döndükten sonra Hazreti Ömer radıyallahu anh ile beraber Medine’ye hicret etti. Ayyaş Bin Ebi Rebîa radıyallahu anh, Hâlid Bin Velîd radıyallahu anh’ın amcazâdesidir. Aynı zamanda İslâm’ın azılı düşmanı Ebû Cehil’in ana bir kardeşidir.

Medine’ye hicret ettikten sonra kardeşleri Ebû Cehil ile Hâris Bin Hişâm, bir bahane ile onu Mekke’ye geri götürmek için ona tuzak kurdular. Annelerinin onu tekrar görünceye kadar yas tutacağına yemin ettiğini söyleyerek Mekke’ye dönmesini istediler. O, Hazreti Ömer radıyallahu anh ile durumu değerlendirdi.

HZ. ÖMER’İN İKAZI

Hazreti Ömer radıyallahu anh kardeşlerinin kötü niyet ve emeller beslediğini söyledi. Oyuna gelmemesi için onu uyardı. Fakat o, Mekke’de kalan bir miktar malını almak ve annesini ziyaret etmek düşüncesiyle dönmeye razı oldu. (Üsdü’l-ğâbe, IV, 3081)

Bunun üzerine Hazret-i Ömer radıyallahu anh arkadaşına merhamet edercesine:

“-Artık, sen yapmak istediğini yapacaksın! Bari şu devemi al! Bu, soylu, süratli ve uysal bir devedir. Sen daima onun üzerinde bulun. Kavminden şüphelenirsen, onunla kaç, kurtul!” diyerek bir yol daha gösterdi.

Ayyaş Bin Ebi Rebia radıyallahu anh bunu kabul etti ve deveye binip müşrik kardeşleriyle birlikte Mekke’ye geri döndü. Yolun uzun bir kısmını gittikten sonra Ebu Cehil ona sinsice yaklaştı ve: “-Ey kardeşim! Vallahi bu devem artık beni taşıyamıyor! Sen beni şu devenin üzerine, terkine alamaz mısın?” dedi. O da gayet saf ve samimi olarak: “Olur!” deyip devesini çöktürdü.

Devesinin üstünden yere indiği zaman, müşrik iki kardeşi üzerine çullandı. Ayyaş Bin Ebi Rebia radıyallahu anh’ın ellerini, kollarını sımsıkı bağladılar. O vaziyette Mekke’ye götürdüler. Gündüzün aydınlığında Mekke’ye girdiler. Kendilerini karşılayanlara şöyle seslendiler:

“-Ey Mekkeliler! Bizim bu beyinsizimize yaptığımız gibi siz de kendi beyinsizlerinize böyle yapınız!” Onu elleri bağlı vaziyette annesinin yanına götürdüler. Hatta Ebu Cehil ile Haris onu dövdüler. Uzun müddet de Medine’ye dönmesine engel oldular.” (İbn İshak, c. 2, s. 119; Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 172; Muhtasar-ı Târîhi Dımeşk, XX, 54-58; M. Asım Köksal, İslam Tarihi 2/296-298)

Ayyâş Bin Ebi Rebia radıyallahu anh’ın başından geçen bu hâdise üzerine şu âyet-i kerime nâzil oldu: “Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana şirk koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme! Dönüşünüz ancak Bana’dır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.” (Ankebût: (Alûsî, Rûhu’l-meânî, XX, 139)

Bu yüzden o, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katılamadı. Onun ve onun vaziyetinde olan bazı Müslümanların durumuna çok üzülen Sevgili Peygamberimiz bir müddet sabah namazlarında rükûdan doğrulduktan sonra, “Allahım! Velîd Bin Velîd, Seleme Bin Hişâm, Ayyâş Bin Ebû Rebîa ve Mekke’deki diğer güçsüzleri kâfirlerin elinden kurtar” diye dua etti. (Müslim, “Mesâcid”, 294-295)

Kısa bir zaman sonra Velîd hapisten kurtulup Medine’ye geldi. Sevgili Peygamberimiz, Ayyâş ile Seleme’nin işkence altında yaşadıklarını öğrenince Velîd’i tekrar Mekke’ye gönderdi ve birlikte Medine’ye kaçmalarını emretti. Onlar da üç günlük bir yolculuktan sonra umretü’l-kazâ’dan dönmekte olan Müslümanlara katılarak Medine’ye geldiler.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz onlar için on beş gün dua etmişlerdi. Ramazan Bayramı’nın sabahında bu duayı bıraktılar. Hazreti Ömer radıyallahu anh bunun sebebini sorduğunda şöyle buyurdular: “–Onların geldiğini bilmiyor musun?”

Tam o esnâda yol açıldı, Velid arkadaşlarını getiriyordu. Velid nefes nefese Allâh Resûlü’nün huzuruna geldi ve rûhunu teslim etti. Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz onun hakkında: “–Bu kişi şehittir, ben buna şâhidim!” buyurdular. (Bkz. Ebû Dâvûd, Vitir, 10/1442; Beyhakî, Sünen II, 200)

BEYYİNE SURESİNİN MEALİ

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Ayyaş ibni Ebi Rebia radıyallahu anh’a mektubu verirken şu tavsiyede bulundu:

“Sen, onların yurduna varınca, geceleyin girmeyeceksin. Sabaha kadar bekledikten sonra, güzelce bir abdest al. İki rekat namaz kıl. Allah’tan kurtuluş ve kabul dile ve Allah’a sığın. Mektubu onlara sağ elinle ve sağ taraflarından ver! Seni kabul ettikleri zaman, onlara Beyyine sûresini oku!” Meâlen:

Bismillâhirrahmânirrahîm

1- Apaçık delil kendilerine gelinceye kadar ehl­i kitaptan ve müşriklerden inkârcılar (küfürden) ayrılacak değillerdi.

2,3- (İşte o apaçık delil,) Allah tarafından gönderilen ve en doğru hükümleri havi tertemiz sahifeleri okuyan bir elçidir.

4- Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (Peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler.

5- Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.

6- Ehl­i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları Cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.

7- İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.

8- Onların Rableri katındaki mükâfat­ları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.

Sûreyi böylece okuyup bitirdiğin zaman: “Ben Muhammed’e iman ettim ve ben ona iman edenlerin ilkiyim!” de!

Onlar sana hiçbir hüccet getirmezler ki, boşa gitmesin! Hiçbir yaldızlı kitap getirmezler ki, nuru sönmüş olmasın. Onlar sana kendi dilleriyle birşey okudukları zaman “Allah bana yeter!” de ve sonra şu âyeti oku!” Meâlen: “Ben Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaleti yerine getirmekle de emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir! Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de size aittir. Bizimle sizin aranızda hiçbir mücadele yoktur. Allah hepimizi biraraya toplayacaktır. Dönüş ancak O’nadır!” (Şûra: 15)

Ayyaş Bin Ebi Rebia radıyallahu anh der ki: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in bana emrettiği şeyleri yaptım. Yanlarına vardığım zaman, onlar süslenmiş, süslü elbiselerini giymiş bulunuyorlardı. Onlara: “Ben Resûlullah’ın elçisiyim!” dedim. Beni kabul ettiler. Resûlullah’ın buyurduğu gibi oldu.” (İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 282-283. M. Asım Köksal, İslam Tarihi 7/370-372.)

Ayyaş Bin Ebi Rebia radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den birkaç hadis rivayet etmiştir. Bu hadisler, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde (III, 420; IV, 347) ve İbn Mâce’nin Sünen’inde (“Menâsik”, 103) yer almıştır. Bir tanesi şöyledir:

Ayyâş Bin Ebi Rebîa el-Mahzûmî radıyallahu anh anlatıyor: “ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Bu ümmet, şu haram yerlere yani Mekke ve Harem-i şerife, hakkı olduğu hürmeti layık olduğu şekilde gösterdiği müddetçe hayır üzere devam eder. Bu hürmete riayet etmediler mi helak olurlar.” (İbn Mâce, Menâsık, 103)

Ayyâş Bin Ebi Rebîa el-Mahzûmî radıyallahu anh, hicrette yol arkadaşı, Emirü’l-mü’minin Hazreti Ömer radıyallahu anh’in hilâfeti zamanında Şam’da vefat etti.

Allah ondan razı olsun. Rabbimiz cümlemizi Ayyâş Bin Ebi Rebîa el-Mahzûmî radıyallahu anh gibi imandan taviz vermeyen, aldığı vazifeyi hakkıyla yapan bir tebliğ eri eylesin. Şefaatlerine nail eylesin. Amin.

RESULULLAH’IN MEKTUBU

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Tebük Seferinden sonra AyyaşBin Ebi Rebia radıyallahu anh’ı çevredeki krallara elçi olarak gönderdi. Himyer ve Hemedan krallarına mektubunu onunla ulaştırdı. Mektup şöyle yazılmıştı:

“Bismillâhirrahmânirrahîm Allah’ın Resûlü Muhammed Peygamberden Haris Bin Abdi Külâl’e, Nuaym Bin Abdi Külâl’e, Meâfir ve Hemdan kralı Numan’a!..

Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a, sizlere olan hidayetinden dolayı hamd ederim. Bundan sonra malûmunuz olsun ki; Rum toprağından dönüşümüzde elçiniz bizimle buluştu. Sizin kendisini ne için gönderdiğinizi tebliğ etti. Hakkınızda bilgi verdi. İslâm dinine girdiğinizi ve müşriklerle savaştığınızı bize bildirdi. Eğer siz Allah’a ve Resûlüne itaat eder, namazı kılar, zekat verir, ganimetlerden Allah’a ait beşte biri, Resûlullah’ın hissesini ve kendisine seçilip verilecek şeyi ve mü’minler üzerine farz kılınan sadakayı, kaynak suların suladığı ve göğün suladığı şeylerin de uşrünü verirseniz Yüce Allah sizi doğru yoluna koymuş bulunur. Yahudilik veya Nasranîlikde kalanlar ise, dinlerinden zorla döndürülmezler. Ergenlik çağına giren her erkek veya kadın, hür veya köle Meâfirî (Yemen elbis­esi) veya bunun dengi bir elbisenin kıymetine göre tam bir dinar cizye ödemekle mükellef tutulur. Bunu Resûlullah’a ödeyen kimse Allah’ın ve Resûlünün himayesinde bulunur. Kim de bunu reddederse, o, Allah’ın ve Resûlünün düşmanıdır.” (İbn İshak,c.4, s. 236)

Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve selem Efendimiz, ikinci mektupta da şunları yazmıştı:

“Sizler, Allah’a ve Resûlüne iman ederseniz, selamete, güvenliğe erersiniz. Hiç şüphesiz, bir olan, eşi ortağı olmayan Allah, Musa’yı âyetleriyle (mucizeleriyle) gönderdi. İsa’yı kelimeleriyle yarattı. (Fakat) Yahudiler, ‘Üzeyr Allah’ın oğludur!’ dedi. Nasrânîler de, ‘Allah, üçün üçüncüsüdür. İsa Allah’ın oğludur!” dediler.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 374, Nisan 2017



Alıntı: islamveihsan