Hak Er Taburu - İhtilal Hastalığı
  Ana Sayfa
  11 Eylülde Ne Oldu?
  Büyük Ortadoğu Projesi
  Dezenformasyon - Bilgi Bozma
  Dinlemenin Boyutları
  Gerçek ve Sahte
  Haber Dosyaları
  İhtilal Hastalığı
  Karikatürler
  Kavga Şiirleri
  Kitap Gibi
  Masonluk
  Milli ve manevi değerlerimiz
  Pardus
  PKK Gerçeği
  Siyonizm
  Vatansever Subaylara Masonik Takip
  Cumhuriyet, Cumhuriyet'i Bombalar
  Link Listesi
  Ziyaretçi defteri
  Gülen Kimin Adamı
  Din Düşmanı Sanatçılar
  Kaka, Ayyaş, Kara Fatma ...
  TARÎKATLER KAPATILSIN





semerşah

Türk solunun ihtilal hastalığı


Ergenekon operasyonları kapsamında İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu ve Doğu Perinçek’in gözaltına alınmasıyla siyaset adeta kutuplaştı. Bu gerginliğin içinde tartışılan; ancak satır aralarında kalan bir hastalık vardı: Türk solunun ihtilalciliği.

Türkiye’de Marksist solun ilk merkez üssü Eylül 1920’de Moskova’ya bağlı olarak kurulan Türkiye Komünist Partisi (TKP) idi. Mustafa Suphi’nin liderliğindeki parti, varlığı boyunca Rusya’nın beşinci kolu gibi hareket etti. 1951’de yapılan operasyonla TKP çözüldü. Mensupları arasında ajanlık tartışmaları çıktı. TKP kapandı. 27 Mayıs 1960 tarihli askerî darbeden sonra kabul edilen anayasa yeni sol hareketlerin filizlenmesine vesile oldu. 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) kapatıldığı 1971’e kadar Marksist hareketlerin kök salmasında önemli rol oynadı. Soldaki ideolojik kamplaşma Millî Demokratik Devrim (MDD) ve Sosyalist Devrim (SD) tartışmalarına yol açtı. TİP ve Dev-Genç içindeki çatışmalar, 1969 Nisan’ı ile 1971 Mart’ına kadar ‘devrimci şiddet’in Türk solundaki yerini belirledi. Doğu Perinçek’in Proleter Devrimci Aydınlık’ı (PDA) ile aynı binada bulunan Devrim Dergisi, banka soygunları yapan, sabotaj girişimlerinde bulunan, provokatif eylemlerle kaosu derinleştiren devrimci örgütlerin adeta hamileri oldu. Özellikle Devrim Dergisi’nin Kızılay’daki bürosu 27 Mayısçı askerlerden görevde bulunan rütbelilere kadar darbe meraklısı herkesin karargâhı hâline gelmişti. Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Altan Öymen, Uğur Mumcu, Uluç Gürkan, Hasan Cemal ve daha birçok isim derginin kadrosundaydı.

Perinçek’in PDA’sı ile Devrim Dergisi kadroları arasında ‘devrimin koşulları’ konusunda ilginç diyaloglar yaşanıyordu. Perinçek, bir gün Hasan Cemal’e takılarak alaylı bir ifadeyle şunu söylüyordu: “Darbeyi yapınca, Kızılay’ın göbeğindeki gökdeleni artık size verirler. Devrim Dergisi, rejimin El Ahram’ı, sen de başyazarı Hasan Heykel olursun!” 8-9 Mart 1971’de Ankara ve İstanbul’daki gizli toplantılarla ‘sol darbe’yi gerçekleştirmek istemişlerdi. Dönemin Cumhuriyet Savcısı Baki Tuğ’un geçtiğimiz haftalarda Aksiyon’a yaptığı ifşaata göre 3 milyon kişinin ölüm listesi bile hazırlanmıştı. Darbe öncesi Mahir Çayan’ın THKP-C’si, Deniz Gezmiş’in THKO’sundan da destek alınmıştı. Kara, hava ve deniz kuvvetlerinde ‘proleter devrimci örgüt’ adıyla birtakım hücreler bile oluşturulmuştu. Sol Kemalist ve Marksist cuntacılar, en güvendikleri komutanların ihtilalin evlatlarını yiyebileceği korkusuyla böyle bir darbe girişiminden vazgeçmeleriyle öndersiz kaldı. Ve 12 Mart 1971’de karşıt darbeyle çökertildiler.

SOL NEDEN HEP VESAYET REJİMİ PEŞİNDE?

Türk siyasi tarihinin ‘derin solu’nu arşivlerde karıştırdığınızda, özeti bundan mütevellit bir manzara çıkıyor karşınıza. Aslında bu manzarada görülmeyen ama olayların içinde hep var olan sol partiler de var. Mesela onlardan biri Halk Partisi, yani CHP idi. 27 Mayıs darbesinden önce asker ve sivil bürokrasiyle kol kola meydanları organize eden Halk Partili milletvekilleri vardı. Darbe yapıldığında, Yassıada duruşmalarında izleyici localarından ‘yuh’ diye bağıranlar da CHP’liydi. Demokrasi suçundan yargılananlara karşı durmak da darbe övücülüğü yapmak da o günlerden beri kronik bir hastalık hâline geldi Halk Partililer arasında. 9-12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 27 Nisan’da aynı talihsiz duruşu birkaç değişiklikle sürdürdü Türk solu. Oysa darbelerin en acı faturasını ödeyenler arasında kendini ‘solcu ve devrimci’ olarak niteleyen vatan evlatları da vardı. İhtilaller, kaos ve çatışma ortamları kimseyi ayırt etmedi. Bugün Ankara’daki Karşıyaka Mezarlığı’nda yan yana yatan ülkücü ve devrimci gençler hangi oyunun kurbanı olmuştu?

Bugün de aynı oyun sahneleniyor. AK Parti hakkında açılan kapatma davası, Ergenekon operasyonu ve derin devlet tartışmaları toplumsal çatışmaya zemin hazırlamak için kullanılıyor. TÜSİAD, TOBB ve 7 sivil toplum örgütü ‘uzlaşma’ çağrısı yaparak bu tehlikeye dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de muhalefet liderleriyle görüşerek tansiyonu düşürmeye çalışıyor. Bu süreçte dikkat çeken ayrıntı ise Türk solunun hâlâ darbe geleneğinden medet umar bir pozisyonda siyaset üretiyor olması. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Ergenekon operasyonunda İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu ve Doğu Perinçek gibi isimlerin gözaltına alınması ve bir kısmının tutuklanmasıyla başlayan süreçte ağzından çıkan şu sözler hayli önemli: “AK Parti kendi derin devletini inşa ediyor.”

Şüphesiz bu ağır bir ithamdı. Başbakan Tayyip Erdoğan da Baykal’a cevap vermekte gecikmedi: “Bu ülkede derin devlet varsa bunu en iyi bilen sizsiniz, bunun mimarı da sizsiniz.” AK Parti ve CHP arasındaki tartışma TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nda milletvekillerinin darbeci-karşı darbeci sözleriyle zirveye tırmandı. Tartışmalar köşe yazılarına da taşındı. Devrim Dergisi’nin ve 9 Martçıların kadrosunda yer alan; ancak bugün ‘demokratik’ tutumuyla öne çıkan Hasan Cemal, Türk solunun içinde bulunduğu marazî durumu şöyle yazdı köşesinde: “İlhan Selçuk gözaltına alınınca neredeyse kırk yıl öncesine gittim. 1969’u, 1970’i ve 1971’i düşündüm. Darbeci ve cuntacı yıllarımı… Bu işlerin içindeki birçoğumuz gibi ben de mesleğimi o zamanlar devrimci diye tarif ediyordum. Bir araç olan askerî darbe ile ‘devrim’in önünü açacaktık çünkü. Öyle inanıyorduk. Gözümün önünden geçip giden filmin karelerinde kimler yoktu ki. Doğan Avcıoğlu’yla İlhan Selçuk vardı, İlhami Soysal’la Uğur Mumcu, Cemal Madanoğlu Paşa’ya birlikte daha nice general ve asker kişi… O tarihlerde darbe peşindeydik. Özellikle Ankara’da askerle ‘organize işler’in içindeydik. Bize çalışan bazı devrimci gençler sağda solda bomba patlatarak asker için darbe ortamı oluşturuyordu ‘Ordu gençlik el ele, milli cephede!’ mitingleri düzenleniyordu. (…) İki hedefimiz vardı. Biri Demirel, diğeri Ecevit. İkisi de umut olmaktan çıkarılmalı, siyaseten yıkılmalıydı. Demokrasi bize yaramazdı. Ne mi yapmak lazımdı? Önce askerî bir darbeyle parlamentonun ve partilerin kapısına kilit vurulacaktı. Ve Moskova’da pişirilen ‘kapitalist olmayan yol’dan devletçi bir düzene doğru yol alacaktı Türkiye. Her şey ‘cahil halk’ın oylarıyla seçim sandığından çıkan işbirlikçi, yobaz, gerici düzene son vermek içindi. Ama olmadı. 9 Mart değil, 12 Mart kazandı! 1971’de askerden darbe geldi ama bizim istediğimiz darbe değildi bu. 12 Mart, demokratik hak ve özgürlüklerin, insan haklarının canına okudu. Deniz Gezmişler idam sehpasına, İlhan ağabeyler Ziverbey Köşkü adındaki işkence evine...”


TÜRK SOLU NEDEN İHTİLALCİ OLDU?

Peki Türk solu dünyadaki örneklerin aksine neden ‘ihtilalci’ oldu? Siyaset bilimci Dr. Murat Yılmaz, bunu solun ülkemizde ortaya çıkış serüvenine bağlıyor: “Türkiye’de sol, asker-sivil bürokrasinin içinden ve devamı olarak çıkmıştır. Kendilerine halkın tercihte bulunmayacağı bir yolu seçtiler. Solculukla milliyetçiliğin sentezi çerçevesinde toplumu kontrol düşüncesini hayata geçirmek istediler. İktidarı darbe yoluyla ele geçirmek istiyorlardı. Türk solu stratejik bir açmaz sonucu ihtilalci olmuştur.” Peki özeleştiri yapılsaydı demokratik sol, sosyal demokrasi ve Avrupa komünizmi yönünde istikametleri değişir miydi? Yılmaz’a göre değişirdi. Ancak sol parti ve fraksiyonlar bunu yapmak yerine fikirlerinde ısrar ettiler. Toplumsal destekle iktidara gelme şansları birkaç istisna dışında (Ecevit 1973, 1977, 1999) neredeyse hiç olmadı. Bugün Türk solunda asker-sivil bürokrasinin stratejik açmazlarıyla tıkanan; ama Marksist-Leninist hareketten geldiği için parlamenter sistemin gerekleriyle değil, ihtilal yoluyla iktidarı seçen, talep eden bir damar var. Ve bu damar sosyalist akımın demokratikleşmesini engelleyen en önemli unsur: “Leninizm ihtilal yoluyla gelmek demektir. Zaten Marksist-Leninist düşünce ve askerî-sivil bürokrasi işbirliğiyle ortaya çıktı 9 Mart. Türk solunda profesyonel cuntacılık mesleğini yapanlar da ortaya çıktı aynı süreçte. Ne yazık ki bunların emeklilikleri de yok!”

Murat Yılmaz’a göre Ecevit’in üç dönemlik iktidarları ortanın solunu başarıya ulaştırsaydı, CHP başta olmak üzere sol partilerin ‘ihtilal yandaşı’ görüntüsü kalmayacaktı. CHP’de yaşanan sorun ise tek parti dönemiyle yüzleşip hesaplaşamamak oldu. Hâlâ aynı yüzleşmeyi yapamayan CHP bu yüzden Türkiye’nin en imtiyazlı partisi olma isteğiyle, diğerlerini denetlemeye çalışıyor. Halktan alamadığı desteği bürokratik-askerî vesayet dönemlerinde talep edip, iktidarda olmasa bile fikrini iktidarda tutmaya çalışıyor. Ergenekon’u savunacak noktaya gelen Baykal’ı da eleştiren Yılmaz, “AK Parti döneminde artan demokratikleşmeye nispeten ona reaksiyon olarak ortaya çıkan ulusalcı akımla CHP’yi aynı potada buluşturan şey, küreselleşme karşısındaki reaksiyoner cephedir.” diyor.

Peki, daha önce ayrı karelerde yer alan Doğu Perinçek, İlhan Selçuk ve Kemal Alemdaroğlu’nu Ergenekon fotoğrafında buluşturan da bu reaksiyonerlik mi? Dr. Yılmaz’a göre söz konusu isimler reaksiyoner cephenin solcuları. Onlar, laiklik ve ulusalcılık adı altında antidemokratik ve asker-sivil bürokrasinin vesayetini talep eden bir müşterek alanda buluşuyorlar.

DEVRİM, İHTİLALCİLİK, SİLAHLI MÜCADELE SOLUN İDEOLOJİK TEMELİ Mİ?

Derin Sol kitabının yazarı Hakkı Öznur’a göre sol parti ve fraksiyonlarda görülen “ihtilal” arzusu ideolojik mecburiyetten kaynaklanıyor. Millî demokratik devrim, silahlı mücadele, rejim yıkmak, ihtilal yapmak solun geleneğinde ve ideolojisinde var. Tek parti döneminin hastalıklı yapısı, bugün de laikçi-seçkinci yapıların devlet içindeki kadrolarının nüfuzunu gösteriyor. “Maalesef yıllardır Türk solunun yaşadığı en büyük çıkmaz antidemokrasi ve anti-parlamenterizm zihniyeti olmuştur. Bunun diğer adı Türk Baasçılığı’dır.” diyen Öznur’a göre, Rusya’daki Avrasya Hareketi’nin lideri Alexander Dugin’in “Ergenekon operasyonu bize karşı yapılmıştır.” mealinde sözlerini Perinçek’in bu ülke ve grupla olan ilişkileri bağlamında dikkate almak gerekiyor. Selçuk, Alemdaroğlu ve Perinçek’in gözaltına alınması ve Ergenekon kapsamında bazılarının tutuklanmasını ‘profesyonel cuntacılıklarını’ sürdürmelerine bağlayan Öznur’a göre bu gündem arasında sıkışıp kalan parti ise CHP. Çünkü gelinen noktada CHP, sosyal demokrat gömleğini tamamen çıkartarak Baasçı bir parti görüntüsü sergiledi.

SOL, DARBELERİ KIŞKIRTAN TARAF OLDU

Türkiye’de sol örgüt ve hareketler hep cuntalara yakın durdu. Bazen darbe için ortam hazırladı bazen de bizzat cuntanın içinde yer aldı. Eski bakanlardan Hasan Celal Güzel’e göre tepeden inmeci ve dayatmacı çevreler, ulusalcı ve solcu çizgiden geliyor. Osmanlı’daki ‘darbe geleneğinin mimarı’ İttihatçıların da ulusalcı olduğunu savunuyor Güzel. 27 Mayıs darbesine ortam hazırlanmasında etkili olan bu çizgi, 1960’tan sonra daha çok belirginleşmeye başladı. Silahlı mücadele ile devrim yapmayı hedefleyen fraksiyonlar bu dönemde gün yüzüne çıktı. Ayrıca CHP’nin sosyalist kanadıyla da bütünleştiler. Asıl amaçları ise 9 Mart cuntasıyla ortaya çıktı.

Güzel’e göre 12 Eylül darbecilerinin yanında sol bir grubun halkalandığını görmek mümkün. 28 Şubat’ı hazırlayan Batı Çalışma Grubu’nun da sol tandanslı isimler tarafından yönetildiğini savunuyor. Batı Çalışma Grubu’nun başındaki Orgeneral Doğu Aktulga’nın ordu içinde solculuğu ile tanındığını kaydediyor. 28 Şubat’ı solun içinde olduğu ve desteklediği bir darbe olarak gören Güzel’e göre, 2002 yılında AK Parti’nin iktidara gelmesiyle hem TSK içinde hem dışında birbiriyle bağlantılı sol örgütler oluştu. Sarıkız ve Ayışığı darbesini örgütleyenlerin birtakım sivil toplum kuruluşları ile irtibata geçtiğini iddia ediyor Güzel:

‘ERGENEKON ÖRGÜTLENMESİNDE İP’NİN ROLÜ VAR’

“Eski Jandarma Komutanı Şener Eruygur’un etkisi çok net. Eruygur emekliye ayrılıyor, sonra ADD’nin başına geçiyor. Bu tesadüf olabilir mi? O süreçte bir sürü ulusalcı, kuvvacı dernekler meydana geliyor. Bu dernekleri de kullanarak darbe için ortam hazırlamaya çalıştılar. Türkiye’nin laik düzenden ayrıldığını ispat etmek için yalan haberler sundular kamuoyuna. Burada kilit bir olay yaşandı: Danıştay saldırısı. Bu olaydan sonra hükümet epey sarsıldı. Onu fırsat bilen CHP çıktı ortaya. 367 ve cumhurbaşkanlığı sürecinde bazı jakoben hukukçular ve dernekler aynı istikamette faaliyete geçtiler. Aslında Ergenekon, Gladyo tipinin devamıydı. TSK içindeki askerlerle ilişkisi olduğu anlaşılıyor. Çünkü kullanılan silahlar ve mühimmat, bazı muvazzaf subay ve astsubayların içinde olması bunu böyle gösteriyor.”

Hasan Celal Güzel, İşçi Partisi’nin bu örgütlenmede önemli bir rol aldığı kanaatinde. AK Parti’ye açılan davanın iddianamesinin ve Yargıtay krokisinin parti binasından çıkmasının bu gerçeği gösterdiğini belirtiyor. Ergenekon operasyonu ile ortaya çıkan gerçeklerden hareketle bazı kesimlere önemli mesaj veriyor eski bakan. Ona göre milliyetçiler, ulusalcılarla arasına mesafe koymalı. Demokrat solcular ‘sol argümanları’ kullanarak aslında darbe zihniyeti olanlardan ayrılmalı. CHP de darbeden medet uman örgütlenme içinde yer almamalı. Ancak bu çok zayıf bir ihtimal. Nedenini ise şöyle açıklıyor eski bakan: “Çünkü CHP bu örgütlenmenin bir parçasıdır. Baykal’ın sözlerine baktığınızda Ergenekon’a nasıl sahip çıktığını görüyoruz. Üstüne gitmiyor. Çünkü CHP’li unsurların işbirliği ve görüş birliği var. Çetelerin yapmak istedikleri ile kendi istekleri aynı doğrultuda.” Solun Türkiye’de geleneksel olarak hep darbeci olduğunu iddia eden Güzel, “Ne yazık ki bizde sol hep darbeyi kışkırtan taraf olmuştur. Bunun başını da CHP çekmiştir.” diyor.

‘İKTİDAR ARAYIŞININ TEMELİ SOL İDEOLOJİ’

Ergenekon-sol ilişkisine dikkat çeken isimlerden biri de Zaman Gazetesi yazarı Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne. Bu yapıyı ‘Baasçı, AB karşıtı ve Türkiye’nin önünü tıkamak isteyen bir birliktelik’ olarak tarif eden Türköne’ye göre son yıllarda çetelerin ortaya çıkması, Danıştay saldırısı, Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalar ve Ergenekon operasyonu bir iktidar kavgasının olduğunu gösteriyor. Seferber edilen sol ideoloji de sadece bu iktidar arayışını temellendirmek ve teorik arka plan oluşturmak amacını taşıyor. Darbeye meşruiyet oluşturmak için de laiklik kullanılıyor. Savunduğu fikirler, görüşler ve yöntemleri yerli yerine oturttuğunuz zaman İlhan Selçuk’un tam anlamıyla Baas rejiminin Türkiye versiyonu olduğunu ileri sürüyor Türköne. Yani İlhan Selçuk asker-sivil-aydın cuntaları savunan bir isim.

9 Mart cuntasını “sol değil bir faşist cunta” olarak nitelendiren Türköne’ye göre İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu gibi isimlerin yer aldığı bu cunta sol ideolojiyi ve sol araçları hep bu çerçevede kullandı: “İlhan Selçuk’a baktığınızda 1971’de Millî Demokratik Devrim’i savunuyordu. MDD aslında tam bir Baas örneğidir. Çünkü darbe ile yönetime el koyduktan sonra sivillerle birlikte askerlerin de ülkeyi yönetmesi hedefleniyordu. 1960’ların Yön hareketini alın inceleyin. Bugün aynı şeyleri kullandıklarını göreceksiniz. İdeolojinin kendisini uygulamıyorlar. Kullandıkları sadece ideolojik bir payanda.”

Darbeden medet umanların arkasındaki ideolojik arayışın aslında çok ilkel ve çağdışı olduğunu vurgulayan Türköne’ye göre Türkiye’de yüzde 20’lik bir kesim demokrasi ile iktidara gelenlerden rahatsız. CHP de o kesimi temsil ediyor. Toplumun ancak binde 5’ine tekabül eden darbecilerle AK Parti iktidarından çekinen laik kesim arasında solunan atmosfer benzerliği var. O yüzden AK Parti aleyhtarı her şeye Baykal balıklama atlıyor. AK Parti’ye yarayacak şeylere de karşı çıkıyor.

Bugün Gazetesi yazarı Emin Pazarcı’ya göre sol ne kadar demokrasiden bahsetse de hiçbir zaman demokrat olamadı. Hep darbelerden medet umdu. Solun tarihi cunta ve darbelerle dolu. Türkiye’nin yakın siyasi tarihi bu gerçeği gösteriyor zaten. “Marksist sol da demokrasiye inanmıyor.” diyen Pazarcı, AK Parti’yi iktidardan indirmek için darbe hazırlığı içinde olduğu iddia edilen Ergenekon çetesinin sol ile ilişkisini daha net görmek için davanın sonucunun beklenmesi gerektiğini söylüyor: “Buzdağının görünen kısmını gördük. Ortada kirli bir yapı var. O yapı şu anda flu. Ne olacağını görmek için iddianame ve davayı beklemek lazım.”

ERGENEKON’UN SOL ELİ Mİ, SOLUN ERGENEKON’U MU?

21 Mart günü İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün talimatıyla başlatılan Ergenekon operasyonu ile İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu ve Doğu Perinçek’le birlikte 8 kişi gözaltına alındı. Bu operasyondan sonra Ergenekon’un ‘sol eli’ çözülüyor yakıştırmaları yapıldı. Aslında kamuoyu ve basın yayın organları haksız da değil. Sauna, Atabeyler, Danıştay, Malatya cinayetleri, Ergenekon gibi operasyonlarda çete ve terör örgütü yapılanmalarının çoklukla operasyonel, yani sağ kanadı deşifre oldu ve yargı önüne çıktı. Darbeci ve cuntacılığı tescillenmiş isimlerin içinde yer aldığı ‘sol el’ ilk kez sorgulanıyor bu manada. Medyaya sızan bilgilerden Savcı Öz ve polisin elinde bu isimlerle ilgili çok ciddi deliller olduğu anlaşılıyor. Gözaltı süresi dolunca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan İlhan Selçuk’un Başbakan Erdoğan’a uzlaşma çağrısı yapması bu açıdan önemli. Keza Perinçek’in kamera gördüğü her yerde “Hedef laik ordu” diyerek bir yerlere “mesaj” vermesi de…

Peki Ergenekon yapılanmasındaki sol tartışması ne zaman başladı? Taha Kıvanç’ın 30 Nisan 2001 tarihli ‘Hayaller Gerçek Galiba’ başlığı ile Yeni Şafak Gazetesi’nde yazdığı yazı “Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi” ile ilgiliydi. Kıvanç’ın yazısı birçok tepki aldı o dönemde. Ertesi gün ‘Deli saçması sanmayın’ başlığıyla konunun devamını getirdi: “Sanki ben çıkarmışım gibi dün, bütün gün, ‘Bu Ergenekon da nereden çıktı?’ sorusuna cevap vermek zorunda kaldım. Bazısı onu malî amaçlı bir örgütlenme sanmış; bazılarıysa MHP’nin iktidarda bulunmasıyla irtibatlandırmış. Oysa ‘Yeniden kurulsun’ diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon, çok kapsamlı bir partiyle irtibatı bulunmayan ‘devleti yapılandırma’ amaçlı bir örgüt… Bilen biliyor, devlet içinde aynı adı taşıyan güçlü bir örgüt geçmişte vardı. Deniz Kuvvetlerinden ayrılan Erol Mütercimler, ‘Ben ilk kez 1980’de varlığından haberdar olmuştum’ demişti Ergenekon için. Can Dündar ile Celal Kazdağlı belgeleri konuşturarak, ‘Ergenekon’ adıyla bir kitap bile yazdılar.”

Ne tesadüf ki o zaman Taha Kıvanç’a (Fehmi Koru) en büyük tepki Aydınlık grubundan gelmişti. 6 Mayıs 2001 tarihli Aydınlık’ın 720. sayısında Hikmet Çiçek, “CIA’nın Ergenekon yaygarasından Fehmi Koru başı çekti; bütün bunlarla birlikte piyasaya ‘Ergenekon’ dedikoduları sürülüyor.” diye yazdı. Aydınlık’a göre bütün bunlar orduyu yıpratmak amacıyla tertiplenen bir psikolojik harp idi. Adı ‘Kızılelma Koalisyonu’ ile anılan ancak bugün kendi ifadesiyle ‘Kızılelma’yı ben bitirdim’ diyen Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Alişan Satılmış, o günlerde satır arasında kalmış bu denkleme, “Derin Devletin Solcuları” kitabında ilginç bir cevap veriyor aslında: “Bu telaşlı tepkiye ‘Emir ve tensiplerinize…’ cümleleriyle biten ‘Ergenekon Raporu’nu bizzat Doğu Perinçek’in kaleme almış olabileceği söylentileri mi neden oldu acaba?”

Ergenekon ile ilgili ‘sağ, sol’ kanat tartışmaları aslında böyle başlamıştı. Operasyonun ilk zamanlarında ‘derin devlet yapılanması’ ve ‘çete’ olarak adlandırılan örgütün kamuoyunda tartışılan isimleri Veli Küçük, Zekeriya Öztürk, Fikri Karadağ, Hüseyin Görüm, Kemal Kerinçsiz, Muzaffer Tekin gibi ‘ulusalcı-milliyetçi’ olarak adlandırılan kişilerin ötesine geçememişti. Ancak tarihin kılavuzluğu, sağ, sol ve ülkücü camiadaki yazışmalar bile ta o dönemden Perinçek ve ekibine işaret ediyordu. Ancak Ergenekon operasyonu başladığında, davaya son anda eklenen Doç. Dr. Ümit Sayın’ın bilgisayarında ele geçirilen yazışma, belge ve gizli raporlar sayılmaz ise, derin devlet adına kirli işler yapan “sağ” tandaslı bir “ekip” deşifre oluyor görüntüsü vardı. Örgütün legal-illegal kanadındaki sol yapılanma, hatta İslamcı kanatla ilgili hiçbir tartışma açılmadığı gibi tahkikatlar da bu yönde derinleştirilemedi. Ta ki Osman Yıldırım sorgulanana kadar.

Danıştay sanıklarından Osman Yıldırım’ın tanık korumadan yararlanmak kaydıyla Savcı Öz’e Mart ortalarında verdiği ifadeler Ergenekon ile ilgili davanın seyrini değiştirdi. Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombaları Veli Küçük’ün verdiğine dair iddialar ileri sürüldü, Ergenekon’un sol kanadı da olduğu dillendirildi. Aslında dikkatli bir gözle bakıldığında “ulusalcılık” söylemi altında sağın da solun da buluştuğu görülüyordu. İşçi Partisi Öncü Gençlik Başkanı Mehmet Perinçek ile dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Levent Temiz 30 Ağustos 2003’te Taksim TÜYAP Meydanı’nda 500 kişilik bir grupla ilk ‘Kızılelma Koalisyonu’ eylemini gerçekleştirmişlerdi.

O gün bu zihnî birlikteliğin ardında oyunu kurgulayanların “hem sağ, hem sol fraksiyonları Ergenekon’un içine çekmeye çalıştığını, gün gelip o meydanda buluşan ‘ulusalcı-milliyetçi’lerin çete yapılanmalarıyla anılacağını” düşünmemişti kimse. Derin el daha o günden, aşırı sağ ve sol fraksiyonları aynı kaba koyma projesini çoktan hayata geçirmişti bile. Tetikçiler ve tahsilatçılar sağ ve ülkücü geçmişi olanlardan devşirilirken, sol kanat ise cuntacılık geçmişi olan teorisyenlerden oluşuyordu.

TÜRK SOLUNUN ÇOCUKLUK HASTALIĞI BONAPARTİZM

Hastalığı farklı bir gözle teşhis eden Sabah Gazetesi yazarı Hasan Bülent Kahraman, “Bu çeteler cuntalar meselesinin üstünde hiç durulmayan yanını Türk modernleşmesinin çok önemli unsurlarından birisi olan Bonapartizm meydana getirir.” diyor. Kahraman’a göre Türk modernleşmesinin İttihat ve Terakki’den başlayarak kurtulamadığı ‘çocukluk hastalığı’dır Bonapartizm. Yani iktidarın silahlı kuvvet kullanılarak elde edilmesidir. Üstelik bu husus İttihatçılarla ortaya çıkmış ve kaybolmuş bir husus değildir.

Kahraman’a göre, Atatürk ve İnönü döneminde siyasetten arınmış ordu oluşturuldu. Ancak bu güçlü otoritelerin kalkmasının ardından ordu içinde 27 Mayıs öncesinde cuntalar gelişti, sonra Milli Birlik Komitesi, ardından 14’ler, sonra Silahlı Kuvvetler Birliği, ondan sonra Talat Aydemir cuntası, 9 Mart darbe girişimi, 12 Eylül ve sonra henüz bilinmeyen sayısız oluşum çıktı ortaya. Arap milliyetçiliği, antiemperyalizm ve sosyalizm karışımı olan Baasçılık ise Türkiye’deki geleneksel modellerin yanında yeni bir örnek olarak görüldü bazı aydınlar ve askerler tarafından. Doğan Avcıoğlu’nun İlhan Selçuk ile birlikte çıkarttığı Yön Dergisi yıllarca bu görüşlerin kalesi oldu. 9 Mart cuntasının talebi de buydu. 12 Eylül’de A’dan Z’ye bunu gerçekleştirdi. Tek bir farkla… Aydınlar sosyalizmi de işin içine sokmuştu. 9 Mart’tan 12 Mart’a dönen darbe, sosyalizmi ayıklayıp bir kenara atmıştı.

Hasan Bülent Kahraman’a göre günümüzde yaşanan sorunların temelinde de bu yatıyor: “Türkiye’de Bonapartizm hem solculuk hem Kemalizm olarak sunuldu. Sonra bu çizgi ‘sol Kemalizm’ adını aldı. MDD, PDA buydu. Sol, Bonapartist darbenin dayanacağı halk tabakalarını örgütlemeye çalışıyordu. Halkı kazanmanın ana aracı sosyalizmden bile önce Kemalizm idi. Türk Bonapartizmi bir ‘milliyetçi sol’ paradigmaydı. Bugün Kızılelma Koalisyonu, çeteler, Ülkücü-Devrimci ittifakı, Dip Dalgası Hareketi denen şey budur. Söz konusu ‘sol Kemalizm’ ve ulusçuluk bugün antilaik, şeriatçı AB yanlısı olduğu söylenen bir rejime karşı kullanılıyor.”

Bugün ‘uzlaşma’ diye ortaya çıkanların, Türk solu üstünde sörf yapanların dönüp sol siyaseti demokratikleştirme görevleri var. Aksi halde kronikleşen ihtilalcilik ve askerî-bürokratik anlayışıyla Türk solu, tarih sahnesinden silinebilir. Yerini de ulusalcılıkla bezeli Bonapartist, Baasçı, demokrasi ve AB karşıtı bir yapıya terk etmek zorunda kalabilir.


ERGENEKON’UN KEMALİST TÜRK BİRLİĞİ TÜZÜĞÜ:
HER ŞEY ULUSAL SOL GÜÇ BİRLİĞİNİN DÜŞMANI

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Sayın’ın bilgisayarında çok ilginç belgeler ele geçirildi. Bunlardan biri de Ergenekon’a temel teşkil ettiği ileri sürülen gruplardan biri olan Kemalist Tükbirlik Grubu’nun tüzüğü. 11 maddeden oluşan tüzükte Kemalist sol güç birliğinin savaşacağı düşmanlar ve bu düşmanlara karşı nasıl hareket edileceği, ne tür eylem ve faaliyetler yapılacağı tek tek sıralanıyor. Tüzüğe göre öncelikle bütün sol Kemalistlerin bir araya getirilmesi için bir internet ağının kurulması hedefleniyor. Bu işi Kemalist Türkbirlik Grubu üstleniyor. Temmuz 2000’de geçerli olan tüzükte bu birlik şöyle tanımlanıyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, demokratik, hukukçu ve Atatürk devrimlerine bağlı yapısının sosyal eşitlikçi, cumhuriyetçi, devletçi, halkçı, devrimci, akılcı, bilimsel, tutarlı, hukuk kurallarına uygun bir çizgide korunmasını amaçlayan bir e-mail ağıdır. Politik çizgisi sosyal demokrat ve sol çizgiye yakındır.” Grubun hedefleri ise e-mail aracılığı ile ulusal çıkarların korunmasını, devletin yararına yapılacak eylemlerde örgütlenmeyi sağlamak olarak özetleniyor. Öncelikle benzer düşünce ve dünya görüşü olan insanlara ulaşmayı amaçlayan grubun temel hedefi, sol ulusal Kemalist Güç Birliği’ni kurmak. Bunun için İP, CHP, DSP gibi partiler, Kuvayı Milliye örgütlenmeleri ve diğer Kemalist yapılanmalarla işbirliğine gidilmesi öneriliyor. Tüzükte savaşılacak gruplar şöyle özetleniyor: “Radikal dinci gruplar, MHP çizgisinde, ülkücü veya faşist yapılanmalar, Marksist-Leninist-Maoist çizgideki sol yapılanmalar. Bu yapılanmalar, Kemalist çizgide oldukları sürece dostumuzdurlar. Ama PKK, Dev-Sol, TİKKO, Dev-Yol gibi, silahlı eylem ve Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanması amacını güden TSK’ya saldıran kişiler, kurum ve örgütler, Kuzey Irak’ta veya Türkiye’de bir Kürt Devleti kurulmasını savunan tüm kuruluşlar, gruplar ve örgütler, Ermeni terörünü yayan ve Ermeni katliamı yapıldığı savı ile Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti ile savaşan tüm yapılanmalar, Merkezi Türkiye’de veya yurt dışında olan şeriatçı tarikatlar. Adnancılar (BAV), Fetullahçılar, IBDA-C, Kaplancılar, Nurcular, Hizbullahçılar, Batı emperyalizmi ile işbirliği içindeki örgütler, kurumlar (bunların detaylı listesi KEMDEV’in tüzüğünde verilecektir.”



BANKA HACK’LEYEN ‘CAN POLAT MİLİSLER’

Ergenekon dava dosyasına giren binlerce belgeden biri olan ‘Yeni Milis’ başlıklı raporda bu ‘ulusalcı’ meczediliş şu cümlelerle özetleniyor: “Türkiye, izleyenleri hayrete düşüren bir dönemeçten geçmekte, PKK’nın devletle muhatap edildiği, Leyla Zana’nın Diyarbakır’da lider gibi karşılandığı sahneler yaşanırken, millet, Türkiye’nin sürüklendiği küresel girdapta fındık kabuğuna dönüşmesine engel olacağı yönünde bazı kurumlara duyduğu güveni ya rafa kaldırdı ya da kaldırmak üzere. Böyle bir ortamda ‘vatanı kurtarmak’ gittikçe kahve sohbeti malzemesi olmaktan çıkıp, belli dinamiklere doğru kanalize edilen patlamaya hazır bir enerji olarak havada asılı duruyor.” Dört önemli başlığa dikkat çekilen bu raporun ilk bölümünde bugün karşı karşıya olduğumuz Ergenekon yapılanmasının adeta mantığı kurgulanıyor. Ve o dört tespit şöyle sıralanıyor: “Kurşun geleneği: En sona saklanmalı, vatanı kurtarmaya soyunanlar parçalamak isteyenlerin maşası haline gelir. Vatanperverler: Bir direniş/mücadele zemini şimdiden oluşturmalı; mücadele akıllı, uzun soluklu olmalı, iç ve dış meşruiyetini üretmeli. Midesi ile düşünen topluma, Kurtuluş Savaşı referansı yetmez, uygun parametrelerle yeni bir organizasyon inşa edilmeli. Kurşundan önce akıl devreye sokulmalı: Bilgi, teknoloji, sermaye ve sosyal ilişki alanında çalışacak özel yeni milisler oluşturulmalı. Vatanperver güçlerin, güçlerini asimetrik olarak uygulayabilecekleri nefeslerini zamana yayacakları bir mücadeleye girişilmeli. Güç birliği değil, güç ağı oluşturulmalı.”

Güvenlik güçlerine göre Ergenekon’u yöneten sol kanadın cümleleri bunlar. Örneğin bu raporu yazan şahıs hâlâ hukukî anlamda hakkında işlem başlamayan, deşifre olmayan sol kanattan. Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Zekeriya Öztürk gibi isimler operatif milisi, Sevgi Erenol gibi isimler sosyal milisleri temsil ediyor. Güvenlik güçlerinin sermaye milisleri konusunda ise iki cevabı var. Yerli tahsilât yapanlar (mafya ve çete yapılanmalarını kullananlar) ve dış kaynak temin edenler. Rapordan alıntı yaptığımız son cümle de hayatî. Güç birliği, yani Vatansever Kuvvetler Güç Birliği (VKGB) versiyonu yapılanmaların devrinin kapandığını düşünen bu ‘derin sol’ zihniyet, bunun yerine Vatansever Kuvvetler Güç Ağı (VKGA) aşamasında mücadeleyi öneriyor. “Psikolojik harekâtla profili düşürülemeyecek isimsiz, cisimsiz, parametrik iletişim ve hareket protokollerine göre, merkezi direktif ve koordinasyon olmadan hareket edecek yapılanmalar acilen oluşturulmalı.” deniliyor. Milislerin banka “hack” edecek kadar bilgili, infaz yapacak kadar soğukkanlı bir ‘Can Polat’ tiplemesi mantığıyla yetiştirilmesini salık veriyor. Ergenekon’dan başlamak üzere çete ve derin devlet unsurlarına operasyon yapan istihbarat birimleri, şimdilerde sessiz sedasız isimsiz-cisimsiz kurulan hemşehri ve spor dernekleri ile sivil toplum adıyla gerçek hayatta ve sanal âlemde oluşturulan grup, dernek ve oluşumları da yakından izliyor. Yani yeni stratejinin derinliği takip altında.

Yetkililer beş milis tipinin de Ergenekon etrafında rahatlıkla bulunduğu kanaatinde: “Bilgi, teknoloji, sermaye, sosyal ve operatif milisler.” Ve bunların içinde sadece sermaye ve operatif milis tiplemeleri sağcı, milliyetçi, ulusalcı, ülkücü çizgide. Sauna, Atabeyler, Danıştay ve Dink cinayeti, Malatya hadiselerinde ‘milliyetçi hassasiyetler’ ile ortaya çıkan tetikçi takımını bu kategoride görmek gerekiyor. Geri kalan yapı sol tandanslı. Örneğin Doç. Dr. Ümit Sayın’ın güvenlik güçlerinin not defterindeki yeri bilgi ve teknoloji milisliği kategorisine giriyor. İstihbarî bilgilere göre teknoloji milisi niteliğinde 4 bin 500 sanal kimlik var. Bunlar ulusalcı, vatansever siteler, mail grupları ve gazete haberlerinde yazdıkları ‘seri yorumlarla’ boy gösteriyor. Teknolojiyi iyi kullanan bu ekibin gerçek şahıs sayısının 30-35 olduğu tahmin ediliyor. ‘Eyleme’ bulaşmayan, ancak karar alıcı ya da karar alıcıları etkileyen bu tip kaç milis var sorusunun cevabı ise muhtelif.

Kaynak
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol